AZ LAF, ÇOK İŞ

Polimer kil ağırlıklı, pek çok şeyin resimlenmiş yapım aşamalarını bulabileceğiniz bir blog olmasına çalışıyorum.
Internet kullanmasını bilene, açık bir okul. Pek çok hobim var ve ben bu konuda oradan çok yararlanıyorum.
Bu blog aslında biraz da borç ödemek için. Ben epey yol aldım, şimdi yeni başlayanlara da ben faydalı olayım istedim. Deneyimli arkadaşlar da blogumu severlerse, onlarla da fikir alış-verişinde bulunmak, kadayıfın kaymağı olacak :)

31 Ağustos 2012 Cuma

ÇOK ŞEKER BİR MUCCUK KEDİSİ.

Hikayesi kısa.
Ofisten arkadaşım Melda onu Abbasağa parkında ağlarken bulmuş. Sağa sola bakınmış ama annesini bulamamış. O parka, sahibi manyak, koca bir rottweiller gelir. Kocaman hayvancağızı küçücük bir evde güya bakar, arada parka çıkarır, insanlara saldırınca vurdumduymaz davranır, tasmasını takmaz. Yanlış yetiştirildiği için garibim vahşi bir köpek olmuş çıkmış. Üstelik sahibi bir kadın. Ben bile korkuyorum ondan. Buncağızı görse bir lokmada yutar da, dişinin kovuğuna gitmez. Neyse konuyu dağıtmayayım. Başına bir iş gelmesin diye kapmış getirmiş ofise. Daha önce Facebook da yuva bulmak için paylaştığım kedilere bakan Eşref Bey'e getirmiş (İlgilenip paylaşmak isteyenler bu adrese buyurup paylaşırlarsa ne çok sevinirim). 3 yavrusunu emziren annecik bu bebeği de kabul edip, onu da emzirmeye başladı. Ama kardeşler hiyerarşiyi uyguluyorlar. Acil yuva bulmamız lazım. Bu bebiş için paylaşım yapmak isterseniz lütfen Facebook'daki bu adrese gelin ve oradan paylaşın. Çünki orada daha çok kişiye ulaşabiliriz.
Ama çok şeker di miiii :)))









9 Ağustos 2012 Perşembe

ORNİTORENK NE DEMENK :)))

Ben bu heyvanı pek severim. Hani bırakın elime alıp sevmeyi, görmüşlüğüm bile yoktur. Tanışmayız. Ama severim.


Bana çocukluğumdan bir hatıradır; Benim yaşımdakiler hatırlar, Resimli Bilgi diye bir ansiklopedi vardı. Kağıdı kalın, el çizimi, renkli resimlerle dolu, anlatımı güzel bir ansiklopedi idi. Yanlış hatırlamıyorsam o zamanların tek renkli ansiklopedisi idi. Ben henüz okula başlamadan çıkmaya başlamış, annem de abone olmuştu. Tam anımsamıyorum, ya her hafta ya da her ay bir fasikülü gelir, her 12. ile birlikte, bir de, sert kapaklı cilt gelirdi. Bu ciltin iç sırtında, 12 tane gerilmiş ip vardı, her fasikül sırası ile orta sayfasından bu iplere geçirilir böylece kolayca ciltlenmiş olurdu, klasör gibi yani. Heyecanla beklediğimi hatırlıyorum, okul öncesi annem bana okurdu, hem de defalarca, masal kitabı gibi. Okula başladıktan sonra da ben kimbilir kaç kez okumuşumdur tekrar tekrar.
(Resim kaynağı: http://www.hocam.com/grup/7346/resimli_bilgi_ansiklopedisi_/)


İşte bu ORNİTORENK arkadaşla tanışıklığımız o zamana dayanır. Çok ilginç gelmişti. Yumurtlayan, gagalı bir memeli hayvan. Üstelik de bana pek esrarengiz gelen Avustralya ve Tazmanya'nın yerlisi. Kafama böylece kazınmış. İsim-şehir-hayvan oynarken, "O" harfinde mutlaka onu yazardım. Hele yeni birileri ile oynuyorsam, "o da ne, atıyorsun" diyenlere pek bir fiyaka yapardım :)) Bu nedenle de ayrı severim kendisini :))
Diğer adı da Pladypus'muş, bunu yeni öğrendim.
İlgilenenler ulu bilge Google amcaya başvurabilirler. Ben sizin için kafayı çaktım, bir link aldım:
http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/ornitorenk


Şimdi nereden çıktı bu ornitorenk meselesi?
Takip edenler, 40 yıllık arkadaşım Kurtuluş'u bilirler. Avustralya'dan dönerken bana üzerinde çok güzel resimler olan bardak altlıkları getirmişti. Hepsinde Avustralya'ya özgü farklı bir hayvan var, modernize edilmiş otantik resimler. İşte bunlardan birinin üzerinde benim eski dostun resmi de vardı.
Çoook uzun aralıklarla, küçük eklemeler yaparak, ve de kafama göre takılarak, bu resimden esinlenerek bir duvar süsü yaptım.






Hmmm şimdi resme bakarken fark ettim, bu garibim nereden nefes alacak? Gagasına burun delikleri açmak lazım. Eh nasıl olsa henüz fırınlanmadı, yaparım.




2 Ağustos 2012 Perşembe

BU BİR "BENİ UNUTMAYIN" YAYINIDIR :)))

Çok boşladım blogu çook. Ama valla kabahat benim değil, yani tembellikten değil. Hayatımın iş hayatı kısmı pek hareketli. Ondandır bu hâlim.
Zaten fikir mikir de yok diye sızlanıp duruyordum ya, bir garip haller başladı. Ama tanıyorum o halleri artık. Nasıl anlatsam... Hani ilk hamileliğin ilk günleri gibi. Ortada bir şey yoktur, ama çok şey vardır. Nedir, neler olacaktır, ne çıkacaktır bilemezsiniz, ama garip duygularla sarılıverirsiniz. Nedensiz, zamansız gerginlikler, bilmediğiniz bir şeylerde yoğunlaşmalar, bir enerji, yerinde duramamalar, aynı anda bir kaç işi birden kovalamalar filan. Ben biliyorum, İlham abi'nin ayak sesleri bunlar. Bunu anlatmak zor oldu ama, hepinizde bu duygunun var olduğunu bildiğimden, anlaşılacağımdan eminim. Ben hep böyle olurum. Bir zaman, beynim boşalır, hiç bir şey üretemem, hayallerim, kafamdaki resimler, fişi çekilmiş abajur gibi sönüverir. Berbat bir dönemdir o. Hele de bir şeyler yapmak istediğiniz zamana denk gelmişse daha da fenadır. Acı çektirir insana.
Tam öyle sıkıntılı döneme girmişken, çalışma hayatım hareketlendi, ve ben iyice uzaklaştım fikir arama çabalarımdan. Odamı bile topladım. Zorlama dönemlerinde yaptığım bir kaç parçayı fırınlamadım bile, öylece duruyorlar. Sadece hafta sonları -o da alışkanlıktan- bir iki yerine dokunup, ertesi haftaya kadar bekleyen bir duvar süsü var o kadar. Ama bünye alışmış durmuyor işte. İçeride bir şeyler mayalanmaya başlıyor, hissediyorum. Yalnız bu maya arkadaşlardan ricam, acele etmesinler. Şu sıralarda fikir filan olgunlaşmasın, işim yoğun ve önemli günlerdeyim. Onların arasında kafasını topraktan çıkaran olursa, kurur gider, hiç uğraşamam.
İşte fırınlanmayı, bitirilmeyi bekleyenler.